Düzen kurmak
kadar var olan düzeni yıkmak da zordur. Yeni bir şeylere alışmaya çalışırken
eski diye kopmaya çalıştıkların, bir türlü kopamadıkların da seninle sürüklenir
oradan oraya. Kitapların, arayıp bulamadığın kazakların ve küflenmiş
çorapların. Hepsini bir araya getirdiğinde eskimiş olduğuna karar veriyorsun. Geçmiş
belirginleşmeye başlayınca hiçbir şeyi avunma aracına dönüştüremiyorsun. Benim
böyle oldu. Yatağın bir ucuna oturup bunları düşünmek bile eskiliğini
çağrıştırıyor. Ufaldığını, bir cisim haline büründüğünü hissediyorsun. Şöyle
dedim: eski orada bıraktıkların değil, yanında bir türlü kopartamadıklarındır.
Şimdi kendim dahil
her şeye eskimiş bakıyorum. Putlaştığımı, üzerine bilmem kaç kat boya çekilmiş
duvarlara dönüştüğümü görüyorum. Üstelik hepsini aynı gözlerle izliyorum. Eller
aynı, dirseklerim aynı. Kabuk tutmuş dirsek uçlarım, etleri katılaşmış. Düzenin
kendisiyle de iyi ilişkiler kuramadım. Belki de ondan. Kabul görmediğin her
şeyle iç içe olmak insanı eskiye dönüştürüyormuş. Benim bunları anlamam on
dokuz yılıma ve yedi ayıma mal oldu.
Her şeye uygun
cümlem var. Evet, fakat kendime sıra gelince yok. Uçuşan, toza dönüşen bir
nesne olarak yaşantıma kaldığım yerden devam ediyorum. Bir sebebi de yok. Dönüp
gelince yığınların içinden sıyrılınca gördüğüm insanlar kadar sorular var. Her
insan için kendime bir soru sorarak bitiyor gün. İyi de ben böyle bir hesabın
içinde olmayı kurgulamadım. Basit olmayı kovaladım. Karşılaştıklarım karmaşa
yarattı. Öyle oldu. Olmasa anlatma ihtiyacı duymazdım.
Bütün bunları
balkona anlattım. Tavanda asılı ışığa ve yeni duvara. Balkon bana baktı. Işık
bana baktı. Duvar bana. Bu da böyle bir yazıydı. Sevgilerle...
Ufacık Bir Not: Bizi Facebook üzerinden takip edebilirsiniz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder